Teknolojik yaşama ve modern şehir hayatına o kadar çok alıştık ki.
Elektriksiz, doğalgazsız, cep telefonsuz yaşama bir dakika bile tahammülümüz kalmadı.
Evlerimizin her bir odasında sürekli açık duran televizyonlar, sabahlara kadar bizi esir eden internet en sadık dostlarımız oldu.
Kışın iç çamaşırlarımızla dolaşacak kadar sıcak, yazın zatürre olacak kadar soğuk bir ortam arzuluyoruz.
Cadde ve sokaklarımız özel araç trafiğinden geçilmez, şehir hayatı trafik yoğunluğundan çekilmez, uçakla seyahat vazgeçilmez hale geldi.
Cep telefonu ve özel otomobilimizin modelini her sene değiştirme ihtiyacı hisseder olduk.
Bir kat çıkmak için bile asansör çağırmadan edemiyoruz.
Spor aletleri evlerimize, parklara kadar girdi ama otomobil kullanmaktan yürümeyi unutacak hale geldik.
Gecenin 12’den sonra havai fişek kullanarak ortalığı savaş alanına çevirmek düğün, dernek ve kutlama programlarının vazgeçilmez eğlencesi oldu.
Eğlence yerlerinden havaya dalga dalga yayılan ışık ve ses dalgaları, ağaç tepeleri, çatı aralarında konaklayan komşularımızı bile kaçırtacak seviyeye ulaştı.
Delikli demir çıktı mertlik bozuldu diyenler haklı çıktı; modernite, her şeyi bozduğu gibi avcılık sporunu da, avcıları da bozdu.
Kimilerine göre ekmek kapısı, kimilerine göre vahşet olarak nitelenen balina avcılığı yüzünden 100’den fazla balina türü yok oluşun sınırında.
Çevre ve hayvan severler, Kanada’da 4000 yıllık geleneksel avlanma şekli olduğu söylenen fok avcılığı konusunda basına yansıyan içler acısı görüntüleri engelleyemediği gibi, uluslararası toplum modern balina avcılığı konusunda Norveç, İzlanda ve Japonya’yı durdurmakta aciz kaldı.
Bir zamanlar avcılıkta kullanılan ok, mızrak, topuz ve tuzak gibi basit av araçları, yerini yeni tekniklere, gelişmiş aletlere bırakırken daha büyük avlar, daha çok, daha hızlı ve daha vahşice yakalanmaya başlandı.
Önceleri yiyecek sağlamak amacıyla öldürülen hayvanlar, safari denen av partilerinde sporun yanında ticaret ve kâr amacıyla öldürülmeye; birçok yaban hayvanının nesli tükenme tehlikesi göstermeye başladı.
Hindistan yoksullukta Afrika’yı geçmiş, Irak’ta 5 milyon yetim ve dul zor şartlarda yaşıyormuş, Etiyopya’dan acil gıda yardımı çağrısı yapılıyormuş, K. Kore’de gıda sıkıntısı vahim düzeyde imiş, Guatemala’da ulusal açlık felaketi ilan edilmiş, Gazze’de gıda ve ilaç tükenmiş kimse umursamaz oldu.
Öbür dünyada! yaşanan bunca sıkıntıya karşı, uluslararası sularda, uluslararası yardım kuruluşlarının temsilcilerine karşı uluslararası hukuka rağmen başlatılan insan avcılığı, yüzyılımızın yüzkarası olarak tarihe geçecek cinsten.
Evet; bütün bunlar esiri haline geldiğimiz teknolojinin, vazgeçemediğimiz modern yaşam tarzının getirdiği çevresel ve sosyal kirlilikten birkaç kesit. Belki de gönül ve zihin kirliliği ya da körlük ve sağırlığın çağdaş bir versiyonu.
Bir tarafta açlık, sefalet ve pislik içinde sürünenler, diğer tarafta teknolojik esaret peşinde koşanlar. Bir tarafta daha fazla üretim ve gıda ihtiyacı, diğer tarafta daha fazla teknolojik tahribat. Bir tarafta zevkler ve ihtiraslar, diğer tarafta zaruret ve ihtiyaçlar…
Yaşadığımız çağda hızla artan endüstri ve sanayi tesisleri, maden ocakları, termik santraller, hidroelektrik santralleri, rüzgar santralleri, nükleer santraller ve baraj göllerinin doğayı hızla tahrip ettikleri doğru.
Elektrikli ve elektronik aletlerden yayılan radyoaktif ışınlar, havaya atılan sera gazları, sulara ve gıdalara karışan kimyasalların hızla arttığı doğru.
Kanser vakaları, kalp ve damar hastalıkları, sindirim bozuklukları, gıda zehirlenmeleri, psikolojik ve ruhsal hastalıkların hızla yaygınlaştığı doğru.
Ancak ; teknolojik yaşamdan, devasa beton yapılardan, sesli ve gürültülü hayattan, zayıfı ve güçsüzü ezmekten, doğal yaşamı yok etmekten kurtulamadığımız, egomuzu tatmin etmekten vazgeçemediğimiz de doğru.
Peki ; teknolojik yaşamın adeta robot haline getirdiği çağımız insanı, aradığı huzur ve mutluluğu nerede ve nasıl bulacak?
Bence; bindiğimiz araca, kullandığımız alete, harcadığımız paraya sevgi, saygı, özveri, yardımlaşma, paylaşım ruhu katabilsek; paramızın, malımızın, gücümüzün, bilgimizin, rütbemizin, rahatımızın, konforumuzun zekatını verebilsek; fidan dikerek, çevre yatırımı yaparak, arıtarak, anlatarak, eğiterek, geri kazanarak, tasarruf ederek bedel ödeyebilsek; çevre ahlakını içselleştirebilsek belki de her şey kendiliğinden düzelecek.
Süleyman Yorulmaz
23.07.2010
ÇEKÜD