Çevre, günümüzde evrensel nitelikte en çok tartışılan konulardan birisidir. Çevreyi oluşturan öğeler arasındaki ilişki ve etkileşimleri anlamadan çevreyi ve çevre sorunlarını kavramak, çevreyi korumak ve bu sorunlara çözüm üretmek olası değildir. Bu nedenle, önce çevreyi oluşturan öğeler arasındaki karşılıklı ilişkilerin ve bunların oluşturduğu doğal sistemlerin kavranması gerekir. Öyle ki, ekolojik sistem içerisindeki denge bize ekonomik, sosyal, siyasal hatta astronomik ve astrolojik sistemler arasındaki ilişkiyi dengeye oturtacak önemli ipuçları gösteriyor olabilir.
Örneğin, biyolojik yaşama analık eden toprak sayısız bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapmaktadır. Toprak ve toprağı oluşturan mineraller içerisinde barınan çok sayıda bakteri, mantar, alg, virüs, solucan böcek vb. canlılarla birlikte oldukça karmaşık ve mucizevi bir etkileşim içinde bulunurlar. Keza çevremizi kuşatan atmosfer de, kuşlar, böcekler ve barındırdığı binlerce farklı çeşitte mikroorganizmaya ev sahipliği yapmaya çalışır. Havada uçuşan toz ve gaz bulutları biyolojik yaşamla olumlu veya olumsuz sıkı bir etkileşim içinde bulunurlar. Akarsular ve göllerdeki yaşam sistemi ile okyanusların derinliklerindeki biyolojik yaşam ise bambaşka bir araştırma konusudur.
Yerküre üzerinde yaşayan binlerce çeşit bitki ve hayvan türü kendilerine özgü habitatlar içinde müthiş bir eko-sistem oluşturmaktadırlar. Ormanlar, sulak alanlar, çöller, göller, denizler… Ve bunların daha küçük ölçekteki alt türlerinin her biri ayrı bir ekosistemi barındırmaktadır. Kendi habitatları içerisinde yaşam süren bitkiler, etoburlar, otoburlar, ayrıştırıcılar büyük bir ahenk içerisinde çalışmaktadır. Bakteriler, solucanlar, böcekler, balıklar, kuşlar, memeliler, yırtıcılar, sürüngenler… kesintisiz bir besin zinciri sayesinde birbirlerine gıda olup karınlarını doyurmaktadırlar. Örneğin, aslanların yemeğinden artanlar akbabalar ve sırtlanlara, onlardan artanlar da bakterilere ve diğer canlı türlerine besin olmaktadırlar.
Kurt, tilki, timsah gibi yırtıcı hayvanların sivri dişleri; kartal, şahin, akbaba gibi yırtıcı kuşların güçlü pençeleri; yaban öküzü, geyik, dağ keçisi gibi memelilerin uzun boynuzları; balinaların, yunusların, fok balıklarının maharetli yüzgeçleri bu sistemi bozmak bir yana bilakis daha canlı ve daha sağlıklı çalışmasını sağlamaktadır. Saklamak için toprağa gömdükleri cevizleri ya da meşe palamutlarını kaybeden sincapların ve alakargaların unutkanlıkları, yemek için topladıkları ardıç tohumlarını kursaklarında çimlenmeye hazır hale getiren ardıç kuşlarının sindirim sistemleri, kendi yiyeceklerini depolamaya çalışırken binlerce çiçeğin döllenmesini sağlayan arıların kanat çırpışları … Evet, istemsiz ve bilinçsiz şekilde yapılan bu davranışların hepsi bu sistemin sağlıklı yürümesi için programlanmış gibi gözüküyor.
Sistemin her bir oyuncusu farklı bir karakteri temsil ederler. Güç ve asalet timsali aslan, iffet ve sadakat timsali turna, nezaket ve zerafet timsali zürafa gibi hayvanların yanında şehvetlik timsali domuz, kurnazlık ve şeytanlık timsali tilki, sinsilik ve kıvraklık timsali yılan gibi hayvanlar fırsat buldukça yaradılışlarının gereğini yapmaktan geri durmazlar. Örneğin bekçilerin gafletinden yararlanan bir domuz sürüsü, sabaha karşı girdiği bostan tarlasını kısa sürede sürülmüş ekin tarlası haline getirebilir. Ya da çoban köpeklerinin gözünden kaçan bir tilki yiyeceği bir tane tavuk için kümesteki bütün tavukları teker teker boğazlayıp ortalığı savaş alanına çevirebilir. Şüphesiz bu muzır hayvanların yaratılışında da insanlar için örnek alınacak nice hikmetler bulunuyor olabilir.
Bütün vahşiliğine rağmen bu sistem şefkat, merhamet ve kanaat üzerine kurulmuştur. Bu sistemde herkese ihtiyacına yetecek kadarını tüketme izni verildiğinden, israf ve gösterişe asla yer yoktur. Yaşam savaşı veren bu canlıların hiçbirisi, Yüce Yaratıcı’nın kendilerine çizdiği özgürlük sınırlarını aşmayı gerektirecek bir ihtiyaç ve gayret içerisinde bulunmazlar. Aralarındaki yaşam savaşını kendilerine vahyedilen sistem içerisinde sürdüren bu canlılar, ekolojik sistem içerisinde hiçbir dengesizlik doğurmazlar. Bu sistemi bozan istisna tek canlı türünün, aklını hırsına esir eden, iradesini arzu ve emellerinin emrine veren insan tipi olduğu açıkça görülmektedir. Aklını silah olarak kullanan insanoğlunun elinin uzandığı, ayaklarının bastığı her yer hızla bozulma sürecine girmektedir. Çağdaş yaşamın yerküre üzerinde bıraktığı ayak izleri yerkürenin ücra köşelerine doğru hızla yayılırken diğer canlıların ayak izlerini bir daha geri dönmemecesine silip süpürmektedir.
Sistem içerisinde sürekli oyun bozanlık yapan insanoğlu, gördüğü kırmızı kartların çoğu zaman farkında bile değildir. İnsanoğlunun, gönül ekranında “game over-oyun bitti” mesajı belirip oyun dışı kaldığını anlamadan önce aklını başına alması yüce menfaati gereğidir.
03.09.2013
Süleyman Yorulmaz
Comments are closed.
One comment
ne kadar da tasavvuf, ne kadar da tasavvuf..! ne kadar hikmet..! çok teşekkürler! -bu yazınızı okuyunca, sosyal medya denilen sanallıkta olmadığıma üzüldüm bir an, yüzlerce, binlerce kez paylaşasım geldi, teşekkürler. “sosyal medya”da değil ama, sosyal hayatta hep önereceğim bir yazı…