Dünyamızın geldiği nokta her şeyin sonu mu, yeniden başlama şansımız var mı sorusunu her zaman aklımıza her an getiriyor. Gerek küresel ısınma, gerekse çevresel kirlenme ve yapılan nükleer denemeler yaşlı dünyamızda birçok probleme neden olmaktadır. Bazı yönleriyle insana benzeyen dünyamız ihtiyarlıkta her gün farklı bir sağlık problemi yaşadığı gibi, dünyamızda üzerinde yaşayanların suistimalleri nedeniyle hızla yaşlanmakta, adeta çökmektedir. Bu bilinmez adrese göçün neresindeyiz, felaket çığırtkanlarının söylediği gibi dünya dönülmez noktada mı, yoksa basit bazı tedbirler gezegenimizi kurtarabilir mi bunu herkesin sorgulaması, üzerine düşeni yapması gerekiyor.
Bu soruya asla geç değil demek için önümüzde değişik alanlarda birçok örnek durmaktadır. Bunlardan birincisi; sayıları oldukça azalmış, yok olma tehlikesiyle korumaya alınmış olan boz ayıların özellikle Karadeniz bölgesi olmak üzere yurdumuzun çeşitli yörelerinde insanlara zarar verecek düzeye yeniden çıkması, Orman Su Bakanlığının ise bu hayvanların yeniden avlanılması hususunda düzenlemeler yapmasıdır. Bir başka örnek ise tamamıyla kokuşmuş, ölü vaziyetteki İstanbuldaki altın boynuz Haliç’in bir takım iyileştirmeler sonrasında yeniden balık avlanılır hale dönüşmesidir.
Çevre faciası olarak düşünülen orman yangınları sonrasında özellikle çam türlerinde hızla doğanın kendini yenilemesi, alanın yeniden yeşile dönüşmesi bizlere eğer insanların rahat bırakması durumunda doğanın %80-90 oranında tabiatın onardığını göstermiştir. En sert şekilde yüzey sıkıştırmalarının yapıldığı asfaltların birkaç yıllık kullanılmadığı durumlarda bitki tohumlarının ya da köklerinin ortadan delerek çıkması adeta tabiatın uğradığı tahribata baş kaldırışıdır.
Yeşil enerji kaynaklarının daha fazla kullanımı, çevreye duyarlı yaşam tarzları, bu çerçevede çevre kirliliğini önleyici tedbirlerin azami uygulanması yaşam alanımız olan dünyadaki kötü gidişi durduracaktır. Çevrenin rehabilitasyonu biraz güç olmakla birlikte tamamen imkânsız değildir. Yok olmuş türleri yeniden dünyaya kazandırmamız mümkün olmasa da elimizdekilerin kıymetini bilip korumaya aldığımızda miktar ve niteliklerini hızla iyileştirmemiz zor değildir. Gelişmiş ülkelerde birçok alanda tabiat koruma programları, çevre tedbirleri bu tür olumsuzlukları alabildiğine ortadan kaldırmıştır. Ancak bunların uygulanması da bir maddi güç sarfı demektir. Öyleyse en iyisi üretim yaparken, ülkelerin doğal kaynaklarını kullanırken israfa kaçmaması, çevreyi koruyucu tedbirleri en üst düzeyde tutması en aklıselim yoldur.
Biz insanlara düşen ise tüketmek değil, bilinçli kullanmak, maksimum fayda temin etmek olmalıdır. Bunun dışında biz insanlarda tabiatta normal vaziyetiyle görmüş olduğu varlıkların formunu değiştirme, onu farklı şekillere sokma hastalığı çok yüksektir. Öyle ki bazı Avrupa ülkelerinde mutant hayvanlar edinmek, beslemek moda halini almıştır. Denizi doldurur, yer ediniriz. Tepeleri makaslar, daha fazla güneş almak isteriz. Dereleri doldurur, evler, mahalleler inşa ederiz. Sonra küçük bir yağmurda evlerimiz sular basar, deprem neticesi deniz intikam alırcasına doldurulmuş alanları geri elimizden alır.
Sonuç olarak insan eliyle çevreye verilen zararlar tam olarak zamanla ortadan kalkmaz. Polietilen poşetler, camlar, petrol türevi çözünmeyen atıklar, radyoaktif maddeler yüzlerce yıl süren çözünme sürecini devam ettirirler. Ancak yine de yaşayan bir organizma olan gezegenimiz, bütün olarak evren yavaş yavaş tabiat olaylarıyla, değişik mevsimsel hareketlerle bu kirliliği absorbe ederek yaşamamıza yardım etmektedir. Denizin içine atılan atıkların dalgalarla kenarlarda uygun noktalarda depolanması, berbat kirlenmiş bir yayla yerleşiminin sonbaharın ilk fırtınası ve yağmuruyla tertemiz hale gelmesi bu düşüncemize sanırım iyi birer örnektir.
İnsanlık bindiği dalı kesmemeli, iyi yaşamak istiyorsa çevresine saygı göstermeli, ortadan kaybolmayan tüketim malzemelerini olabildiğince az tüketmeli, mümkünse defalarca kullanabileceği ürünleri seçenek olarak değerlendirmelidir.
Unutmayalım, hastanın olabildiğince ilgi ve ihtimama ihtiyacı vardır. Siz onun vücuduna daha fazla yüklenirseniz hastalık artar ve bir gün ölmesi kaçınılmaz olur. Özenle onun hastalıktan kurtulmasına çabalayıp dinlendirirseniz hızla iyileşir.
Bu güzel kristal küremize iyi davranalım, temiz tutalım. Unutmayın kırılan kristal bardak asla eski haline dönmeyecektir.
Recep AYDÖNER
Hatay Serinyol Orman Fidanlık Şefi
20.03.2013