İnsan ve Enerji

21.yüzyılın en büyük problemlerinden biri kuşkusuz enerji kaynakları ve bunların kullanımına ilişkin paylaşım meselesidir.  Dünyayı idare edenler maalesef sürekli bu pastadan daha fazla pay alma uğruna türlü çirkinlikleri sergilemekte bir beis görmüyor, sonra da bu rezillikleri kamufle etmek adına çeşitli dezenformasyonlarda bulunmaktadırlar. Geleceğin demeyelim, şu anda dünyada yapılan adı her ne olursa olsun savaşların, çatışmaların temelinde hep bu enerjinin paylaşımı hadisesi yatmaktadır. İnsanlara cambaza bak denilerek dikkatler başka yönlere çevrilmekte, sonra onların hakkı olan bir sürü temel yaşam unsuru çalınarak başka ülkelere transfer edilmektedir. Öyle ki buna yaşam hakkını bile dâhil etmek mümkündür. Çünkü savaşlarda ölen insanlar hep bu kirli paylaşımın, ayak oyunlarının birer sonucu olarak hayatlarını kaybetmektedirler. Bu savaşları çıkaranlar için ölen insanların hiçbir önemi yok, onlara sadece maddi olarak kendilerine ne kadar ek kazanç getirdiği noktasından bakmaktadırlar.

Dünyada var olan enerji kaynakları olarak fosil yakıtlar ki petrol, doğalgaz ve benzeri bazı hidrokarbon türevleridir. Bunun yanında insanın su, rüzgar, deniz dalgaları gibi çeşitli kaynaklardan yatırımlarla elde elektrik sayılabilir. Dünyamızda fosil yakıtlar, madenler uzun yıllardır aşırı sömürü neticesi azalmış, var olan ve gelişen teknolojiye ayak uyduramayacak düzeyde yetersiz hale gelmiştir. Batı, Teknoloji Devrimi diyerek övündüğü hamleyi hep gelişmemiş ülkelerden topladığı petrol, hammadde ve insanların (köle) kendi ülkelerine taşımasıyla geliştirmiştir. Sonra bu tarz doğal kaynakların taşınması da büyük problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin deniz yoluyla büyük tankerler kazalar yapmakta, binlerce varil ham petrol denize yayılarak tam bir çevre felaketi ortaya çıkmakta, ya da boğazlar gibi hassas bölgelerde büyük tehlikeler oluşturmaktadır. Bu kaynakların ülkeler arası karadan taşınmasında da terör dâhil olmak üzere bir sürü siyasi ve ekonomik problemler baş ağrıtmaktadır.

Günümüz Türkiyesinde birçok kargaşanın temelinde ülkemizin deniz ve karayolları taşımacılığının, yani paylaşım noktasının tam ortasında yer almasından kaynaklanmaktadır. Siz her şeye aracılık edeceksiniz, ama hiçbir şeyden de pay almayacaksınız denilmek yerine iç ve dış odaklar harekete geçirilip, terörle, kargaşayla, savaşla dize getirilmeye çalışılıyor, bu arada milyonların hakkı olan gelir ya yurt dışına veya içimizdeki birkaç bin yandaşa aktarılıyor. Bir terör belası ki sadece bunun için harcanan paralar ülkeyi bir anda gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmaya fazlasıyla yetecektir. Sadece bizde değil, üçüncü dünya ülkelerinin tamamında bu durum aynıdır. Bir Afrikalı yılda binlerce kilo balık tutmasına ve aç olmasına rağmen balık yemeyi ayıp-günah saydığı için batıya gönderiyor. Elmas, madenler, petrol vs hep onlara akıtılıyor. Bir belgeselde; “Batılı ülkelerde bir çocuğun sağlıklı beslenebilmesi için, gelişmemiş ülkelerde üç çocuğun ölmesi gerekir” diyordu! Hatta çevre kirliliği oluşturan, insanları sağlığından eden birçok üretimi bu geri kalmış ülkelerde yaptırarak kendi ülkesine götürmektedir.

Son dönemde sürekli bir kavga, karmaşa düzeni tüm dünyayı sarmış gibi görülüyor. Hangisini incelerseniz kaynağında göreceğiniz tek şey enerji=servet paylaşımı olacaktır. Enerjiye gerek insan, gerek doğal kaynaklar ve gerekse de maddi imkânlar olarak bakın, buna sahip olanların gücü inanılmaz artmaktadır. Gelişmiş ülkeler bir yanda pastadan payını sürekli artırmanın yolunu ararken diğer yanda paylaşımdan pay almayı bekleyen ülkeleri tabiri caizse mikser gibi karıştırmaktadır. Yazık ki olan her zaman insana olmakta, huzur, emniyet, can güvenliği mefhumları ortadan silinmektedir. Ortaya çıkan savaşlarda, yapılan eylemlerde binlerin, milyonların hayatları genç yaşlarda bitmekte ya da sakatlıkla solmaktadır.

Gönül isterdi ki paylaşımlar, üretim, servet doğal kaynaklar adil bir şekilde paylaşılsın. İnsanlık huzur içerisinde kardeşçe yaşasın, adeta küresel bir barışla yırtıcı bir hayvanla onun beslendiği diğer cinsler birbirine saldırmasın. Ancak güçlüler dün nasıl dünyayı sömürmüş ise aynı alışkanlıkla, barbarlıklarına insani olmayan cin fikirleri de katarak biraz daha artırmak istemektedir. Öyle bir hal düşünün ki postun her bir tarafından bir canavar yapışmış, kendi taraflarına doğru olabildiğince çekiştiriyor. Bu hal devam ettiği sürece çevrenin temiz, ruhların temiz, insanların huzurlu olması mümkün mü? İnsanlık tüm bunlara bir son vermediği sürece başımız daha çok ağrıyacak, çevremiz daha çok kirlenecektir. Eh yaşlı dünyamız bu çirkinliklere daha ne kadar süre elverir, onu da bilemeyiz.

Fakat bildiğimiz şu var ki büyükler tepişirken sadece insan değil, her gün başka bir bitki-hayvan türünün nesli tehlikeye girmekte, çevre açısından kesinlikle korunması gereken bir yaşam alanı berbat hale getirilmektedir. O yüzden her konuda “Sürdürülebilirlik” kavramı ortaya atılmıştır. Çünkü bazı konular ancak tüm milletlerin ortak paylaşımıyla devam edebilir niteliktedir.

Bizler çok çalışmak suretiyle çok üretmek, ama olabildiğince de israftan kaçınarak çevremizi kirleten etkenlerle savaşmak zorundayız. Sebepsiz yaktığımız her lamba, akıtılan su, koparılıp atılan kağıt, çevreye saçılan plastikler illa ki yenisinin üretilmesini sonuç vereceğinden bu kirli paylaşımdan daha fazla pay almaya zorlayacaktır. Bu sadece pay alma hadisesi değil, bir yerlerdeki masum insanların haklarına insafsızca tecavüzdür. Alan değil, veren el olmak zorundayız. Kara Afrika’da insanlar bizden giden herkesi sıcak bir şekilde kucaklıyor, onlara sevgiyle bakıyorsa gitme niyetimizi anladığı içindir. O şekilde “kalpler yapmaya geldik” diyebiliriz. Gittiğimiz yerin her şeyini koparıp götürerek değil!

01.07.2013
Recep AYDÖNER
Hatay Serinyol Orman Fidanlık Şefi