Her şey ÇEKÜD’le tanışmam ile oldu. Harbi tanışmak ama. Bir kimseyle tokalaşır gibi bir kurumla tokalaştım.
Sürekli yeşiller giyen, derin bakışlı, denizi andıran mavi gözlere sahip, toprak kadar yumuşak ve uysal bir kimse. Tüm evreni kuşatan, herbir nefesi, herbir canı evladı bilmiş bir ananın yüreği gibi.
Önce insan’ı “Sadece insan” olarak algılayanlara, insan için çevreye karşın daha duyarlı, daha güzel, gerçek bir iletişim, bir diyalog; İnsan ve çevre.
İnsan için çevre olduğu kadar çevre için de insan, yani. Ve nihayetinde ikisi ayrılmaz bir bütün. Belki de ÇEKÜD’ü diğer ve benzeri STK’lardan ayıran başlıca sebep. En azından benim penceremden gördüğüm bu.
Önceleri beni etkileyen bir manzaraydı. Fakat manzara neticede… En güzel köşene kurulup nefis bir manzara seyretmek mi-ki onu en güzel köşe yapanda bu manzaradır-yoksa bizzat manzaranın içinde yer almak mı?
Şimdi tam olarak neresindeyim, bilmiyorum. Her iki mekânda da bulunur gibi, her iki durumu da yaşar gibiyim. Hâlen daha, manzarama karşı kurulmuş vaziyette çayımı yudumluyorum. Fakat bir yandan da içinde gibiyim. Bazı bazı, beraber hareket ediyoruz. Gölge ve sûret gibi…Hatta an geliyor ulu bir çamın gölgesinde bir bütün oluyoruz. Sonra başka bir an geliyor; Manzaram bir deniz bende suda zaman zaman beliren bir yansımayım sadece.
Dağıttım biraz. Asıl diyeceklerim nelerdi ki ben ne dedim? Hazır elim kalem tutmuşken, yamuk yumuk harflerimin kusursuz kâğıt üzerindeki dansına kapıldım. Üstelik bir çevreciden çok bir sanatsever edasıyla…
Gelgelelim asıl maksadıma diyeceğim ancak, söyleneceklerin çokluğuna nazaran sözcüklerimin tükenmesinden korkuyorum.
Öyleyse bir dahaki metne, belki de başka bahara…
22 Zilkade 1434
28 Eylül 2013
Hayriye Sena Şahin