İnsanlık sürekli, artan bir ivmeyle tüketime, israfa ve çevreyi kirletmeye devam ettiğinden bunun kötü etkilerini de kendi üzerinde görmeye, yaşamaya başladı. Artan tüketim çılgınlığı, bitmek bilmez yükselme, ileri gitme hırsı üretenleri sahteciliğe, sağlıksız üretimlere, bitki ve hayvanların genleriyle oynamaya ittiğinden bunun elbette bir sonucu olacaktı. Yalova depreminde doğa denizden doldurularak elde edilmiş yeşil alanları fazlasıyla geri almıştı. Yine Hatay’da Asi Nehri denize dökülürken beraberinde bir sürü poşet, değişik atık maddeleri de denize taşımaktadır. Buralarda herkes bilir ki 7-8km’lik alanda denizin mavilik sınırına kadar ulaşan atık maddeler sürekli esen rüzgarda oluşan dalgalarla tarafımıza iade edilmektedir. İnsanlarımız ürettiği en güzel şeylere daha çok kazanma hırsıyla hileler katmakta, bizleri resmen öldürmeye kast etmektedir. Hangimiz artık balı, zeytinyağını, güzelim nar ekşisini gözü kapalı alabiliyoruz? Bütün bu sayılan olumsuzluklar ise bizlere, yakınlarımıza acı, gözyaşı olarak dönmektedir.
Kanser günümüzün en önemli hastalıklarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son 10 yılda neredeyse her aileden bir veya birkaç kişi kanserden hayatını kaybetmiştir. Kötü beslenme, hareketsizlik, sağlıksız yaşam şartlarının en büyük etken olduğu hastalıkta genel olarak insana uygulanan kemoterapi ile 1-2 yılda onun bağışıklık sistemi çökmekte, sonrasında basit bir rahatsızlıktan ölümler gelmektedir. Kanser ilaçlarına bu kadar harcanan paranın, tedavi giderlerinin bir kısmı kanseri önleyici doğal yöntemlere, önerilen organik besinlere harcansa, uzun vadede hem devlet hem de toplum kazançlı çıkacaktır. Kemoterapi ve kanserde uygulanan tedavi yöntemleri herkesçe sorgulanmalıdır. 3-5 yıl boyunca onkoloji servislerini suyolu yapan hasta ve yakınları dayanılmaz acılardan sonra hayatını kaybediyor. Orada kalan bir yakınımın çektiği acılara şahit olmuş, aracıma gönüllü öğrencilerimi doldurup saatlerce yol giderek kan toplamış, onu yaşatmaya çalışmıştım. Bu yolda yaşanan nice trajediler insanlar arasında anlatıla gelmektedir. Hastalıktan kurtulanlar yok mudur sorusu ise erken teşhis ve tedavi durumunda hastalar çabucak iyileşmektedir. Yine de hastalık sonrası gençlerin anne ya da baba olma ihtimali kemoterapi nedeniyle neredeyse %5-10 seviyesine düşmektedir.
Tüm bu olumsuzlukların sebebi olarak günümüz ekonomik piyasasında GDO’lu dediğimiz genetiği değiştirilmiş ürünler, hava-deniz ve karalardaki kirlilik, doğal yaşam şeklinin bozulmasıdır. Bu ürünlerin tüketilmesi uzmanlarca mahzurlu görülmekte, ancak yine de hayvan yemlerine katılmakta, gelişmemiş ülkelere ihraç edilmek suretiyle satışı yapılmaktadır. Yine çeşitli üretimlerde açığa çıkan sıvı-katı-gaz formlarındaki atıklar insanlığın hayatını tehdit etmektedir. Bu atıkların olabildiğince bertaraf edilmesi için yapılması gereken arıtma tesisleri ve diğer yatırımlar ise maalesef maliyetten kaçmak adına yerine getirilmemektedir. Ayrıca kirliliği çok fazla üretimlerin gelişmemiş üçüncü ülkelerde yaptırılması günümüz kapitalist sömürgesinin yeni geliştirdiği taktik olarak gözden kaçmamaktadır. Teknolojiye sahip ülkeler çok az bir üretimle diğer ülkelerin elindeki öz kaynaklara sahip olurken, gelişmemiş ülkeler kansere kapı açan üretimlerde ruhu bile duymadan çalıştırılmaktadır.
Ülkemiz bu hastalığın da üstesinden muhakkak gelecektir, ancak şimdilerde yanan canlara ne demeli? Bu illetin pençesine düşmemek adına elimizden geldiği kadar doğal bir hayat sürmekte fayda var. Her şeyden asgari seviyede faydalanıp, vücudumuza en doğal yetişenlerden yettiği kadarını alıp gerisini bırakmak, bolca yürümek, spor, çevremizde gördüğümüz aletlerde jimnastik ve hareketli bir yaşam sürmeliyiz. Çoluk çocuk hafta sonları kırlarda gezintiler, varsa balık tutma, toprakla uğraşma gibi hobilerinizle vakit geçirmek bizleri sağlığımıza en yakın hale getirecektir. Vücudumuz bizlere Yaratanın emaneti olduğunu düşünüp, en küçük aksaklığın tüm hayatımızı etkilediğini görüp, kişisel bakım ve onun ihtiyacı olanları eksiksiz yapmak fazla bir zaman almaz. Her şeyden önemlisi sabahları ceza yemekten korkup filtreleri çalıştıran sanayicilerin akşamları bunu masraf sayarak sistemleri kapatmayacak olgunluk ve ahlakla donatılmasıdır!
Aslında bu hastalıkların tamamından bizleri kurtaracak tek şeydir ki nefsimize anlatamadığımızı başkasına söylemeye hayâ ettiğimizden tavsiye dahi edemiyoruz. O şey “Sünneti Seniyye” dir. Yani Âlemlere rahmet, en büyük çevreci, en büyük Doktor, Resulün tavsiyelerine uygun biçimde yaşamaktır. Onun yolunda ilerlemektir.
08.01.2014
Recep Aydöner