Ardından büyük bir ekonomik, sosyal ve çevresel yıkım getiren Van depremi üzerine günlerdir yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor, tartışılıyor, sistemler sorgulanıyor, suçlular aranıyor. Yapılan eleştirilerin odağında Yapı Denetim Sistemi var; yapı kalitesinden önce kamusal kontrol mekanizmasının doğru çalıştırılması üzerinde duruluyor.
Kentsel dönüşümün hızlandırılması; deprem, sel, heyelan, vb. riskli bölgeleri kentsel dönüşüme zorlayacak mevzuatın değiştirilmesi; kamusal hizmetin, mühendisliğin kent ve toplum yaşamına yönelik bilimsel ve teknik temelleri üzerine oturtulması talep ediliyor.
Planlama, mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin dışlandığı, ranta dayalı düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşmenin sürdürdüğü, yapı denetim sisteminin ticari kar kaygısına teslim edildiği, yetkin ellerden uzaklaştırılan zemin etüdlerinin formalite haline getirildiği vurgulanıyor.
Bu eleştirilerin hepsinde, bir oranda doğruluk ve gerçeklik payı olabilir ve vardır da. Hatta bütün bu eleştirilere, ham araziden iskanlı yapıya geçiş sürecinde Belediyelerin keyfince belirlediği ve en büyük gelir kapısı olarak gördüğü ancak kaçak yapılaşmada büyük bir caydırıcı etkisi olan planlama, imar, ifraz, ruhsat ve iskan harçlarının yüksekliği de eklenebilir ve eklenmelidir de.
Dikkat edilirse; yapılan eleştiri ve tavsiyeler, çok azı müstesna rantsal, bilimsel ve teknik temeller üzerine oturtuluyor, bilime ve mühendisliğe, tasarıma ve planlamaya, akla ve uygarlığa atıfta bulunuluyor, aklın ve bilimin gerekliliği ısrarla vurgulanıyor.
Şimdi deprem şiddetinde bir soru sormak istiyorum:
Peki, bütün bu süreçte suçlu ilan ettiğimiz insanlar yurt dışından mı getirildi?
Hayır ! bizim açtığımız okullarda okudular, bizim atadığımız öğretmenler elinde yetiştiler.
Peki, bu süreçte rol alan insanların hemen hemen hepsi bilimsel ve teknik eğitim almış, çoğu bu işin yüksek tahsilini yapmış, hatta bir kısmı konusunda oldukça uzmanlaşmış kişiler değil mı? Evet, hepsi aldığı eğitimi, yaptığı işi, mevzuatın öngördüğü biçimde belgelendirmiş kimseler.
Türkiye’nin Sorunlarına Çözüm Konferansı’nca tespit edilen gelişmişlik sıralamasında 70. sırada bulunan ve şimdi afet bölgesi olan Van’da, 1 Ocak 2011’de Yapı Denetimi 81 ilde zorunlu hale gelmeden bir gün önce 200 bina ruhsat alırlarken, bu tarihten sonra sadece 70 bina ruhsat alıyorsa Türkiye’de herkes menfaatinin nerede olduğunu biliyor diyebiliriz.
Ya da aynı sıralamada 1.sırada olan ve Türkiye’nin en eğitimli, en bilgili, en görgülü, en modern kenti kabul edilen İzmir’de 650 bin binanın yarısının kaçak olduğu iddia ediliyorsa Türkiye’de sorunların temelinde eğitimsizlik ya da bilgisizlik var diyemeyiz.
Yapılan eleştirilerin çıkış noktası basına yansıyan şu cümlenin açılımında aranabilir:
“Binalardan önce sistemi sağlamlaştırmalı.”
Ama hangi sistemi ? Yapı Denetim Sistemini mi, Milli Eğitim sistemini mi ?
Bence Türkiye’de esas deprem burada başlıyor, toplumsal fay hattının esas kırılma noktası da burası.
Evet, binalardan önce eğitim sistemini sağlamlaştırmalıyız; dini ve ahlaki, mesleki ve teknik, sosyal ve siyasal, milli ve manevi, yaygın ve örgün…
Daha sağlıklı düşünen insanlar yetiştirmeliyiz; Kamu malını ganimet olarak görmeyen, devletin malı deniz, yemeyen domuz demeyen, emanete hıyanetlik düşünmeyen, ölçü ve tartıyı, hak ve hukuku gözeten, insaf, adalet, hakkaniyet, empati gibi vasıflarla donanmış, sağlam irade sahibi insanlar, ama nasıl?
Toplumun menfaatini kendi menfaatine tercih edecek insanlar yetiştirmenin vazgeçilmez öğesi olan ahlaki eğitimin güçlendirici katkı maddesi, sosyal, siyasi, ticari ve ekonomik bütün üretim ve denetim sistemlerin yapı harcına özenle katıştırılmalı diye düşünüyorum.
Ne demiş Akif merhum:
Yüreklerden çekilmiş farzedilse havf-ı Yezdan’ın
Ne irfanin kalır tesiri ne vicdanın.
03.11.2011
Süleyman Yorulmaz
ÇEKÜD