Dün Söylediklerimizin Bugün Arkasında mıyız?

Çevre deyince; küresel ısınmadan, iklim değişikliğine, atık suların arıtılmasından katı atıkların bertarafına, hava kirliliğinden görüntü kirliliğine, geri kazanımdan tasarrufa, enerjinin verimli kullanılmasından suyun verimli kullanılmasına, tarım koruma ilaçlarından toprak erozyonuna varıncaya kadar geniş bir saha akla gelmektedir.

Çevre sorunları ise; bırakın mahalledeki komşunun komşuya zarar vermesini, dünyanın bir ucundaki devletin yaptığı tahribatın bedelini, diğer ucundaki devlete ve hatta gelecek kuşaklara ödetecek kadar etkin bir alandır.

Dolayısıyla çevre konusundaki bilinçlenme o kadar arttırılmalı ki; olaylara ve sorunlara kayıtsız kalmakla eş anlamlı hale gelen “herkes kendi işiyle meşgul olsun” kavramı yerine “iyiler gidişatı kendi istikballeri açısından yönlendirsin” kavramı sosyal hayatta işlerlik kazanmalı; kişiler arasında, halk ile devlet arasında ve devletler arası sosyal baskı ve otokontrol sistemi yaygınlaşmalıdır.

Çünkü; toplumda haklı ama güçsüz kitleler ne derece çaresiz ise, kontrol edilebilir caydırıcı bir güce sahip olmayan ülkeler de haksızlıklar karşısında o derece aciz durumda  olacaklardır.

Çevreye zarar veren de koruyacak olan da insandır. Dolayısıyla insan-çevre ilişkisi yumurta-tavuk ilişkisine benzer. Bu kısır döngüyü azaltmak yine insan eliyle olacaktır.

Sosyal refah, çevre ve iktisat döngüsü içerisinde, en iyi çevre kalitesinin yakalanması, çevre ekonomisi ile israf arasındaki dengesinin oluşturulması, sosyal gruplar arasındaki hayat standardı farklılıklarının çevreye olan olumsuz etkilerinin azaltılması, eğitimli ve bilinçli insanlar eliyle olacaktır.

Çevre sorunlarının doğada kendi kendine işleyen arıtma, yenileme ve tamir dengesinin bozulmasıyla artış gösterdiği bir gerçektir. Bu denge çoğunlukla insan tarafından bozulduğuna göre, tamire doğadan önce insandan başlamak gerekecektir. Yoksa istem dışı meydana gelen doğal afetlere  karşı, hazırlıklı olup uyum sağlamaktan öte yapacak bir şey yoktur.

O halde; yaşam kalitemizi bozmadan alacağımız önlemlerle çevremizi nasıl koruyabilir, insanları yaşadıkları mekanlarda nasıl daha mutlu edebilir,  çocuklarımıza nasıl daha iyi bir dünya bırakabiliriz?

Yukarıda geçen ifadeler 17 Temmuz 2008 tarihinde TBMM Araştırma Komisyonu’na “Türkiye’nin Çevre sorunları ve çözüm önerileri” konusunda yaptığımız sunumda ÇEKÜD olarak serdettiğimiz görüşlerden alıntıydı.

Çevre sorunlarına dünkü yaklaşım tarzımızın bugün de başta Avrupa Birliği olmak üzere bütün dünyanın küresel hastalıklarına ilaç olacak mahiyette olduğunu görmek bizi çok da mutlu etmiyor aslında.

Çünkü;

Avrupa ve Amerika’da başlayan israf temelli  ekonomik yangının, sosyal ve çevresel yansımaları ile birlikte dünyanın neresine kadar ve hangi boyutlarda uzanacağını kestirmek gerçekten güç bir tahmin.

Afrika ülkeleri insanı ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun bir şekilde açlıkla mücadele ederken, AB ülkelerinde yılda 89 milyon ton gıdanın çöpe atılıyor olması israfın ve egoizmin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarını göstermesi açısından  gerçekten kaygı verici bir olgu.

New York finans merkezi olarak bilinen Wall Street’i protesto şeklinde Times Meydanı’nda başlayıp Amerika ve Avrupa’nın birçok şehrine sıçrayan kapitalizm karşıtı eylemleri başlatanlara, aslında kapitalizmin değil, doymak bilmeyen tutku ve ihtiraslarının esiri olduklarını anlatmak gerçekten zor bir görev.

Ancak; ortak yaşam alanımız olan yeryüzü gösteriş, tutku ve ihtirasların çılgınca körüklendiği bir tufan ile karşı karşıya kalmışken, Diyanet İşleri Başkanımız’ın ifadesi ile “tüketirken tükenmemek için gereken ahlaki duruş” u göstermek de insanlık adına gerçekten çok asil bir davranış.

Evet, dün söylediklerimizin bugün de hala  arkasında durmaya devam edeceğiz; aksi konusunda ikna edilene kadar.

 

17 Kasım 2011

Süleyman Yorulmaz

ÇEKÜD