Fatih Sultan Mehmet’in Çevre Mirasına Sahip Çıkabiliyor muyuz?

ÇEKÜD Başkanı Süleyman YORULMAZ tarafından 29 Mayıs 2010 tarihinde kaleme alınan yazıyı İstanbul’un fethinin 559. yıl dönümünde önemine binaen tekrar yayınlıyoruz.

Fethin 557.yılı kutlu olsun. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan; tarih, kültür ve çevre mirasımız İstanbul’u karanlıktan aydınlığa çıkaran Fatih ve onun kutlu askerlerine bu vesileyle rahmet diliyoruz.

Günümüz insanı ile Konstaniyye’yi alarak bize hediye eden seçkin idarecilerin çevre anlayışına bakmak, bizlere onlardan kalan miras ile bizim yarınlara bırakacağımız emanet devrini mukayese etmek anlamlı olacaktır.

İstanbul’un fethinin yıldönümünde konu başlığı olan sorgulamayı cihanşumul bir bakış açısı ile yapacak olursak günümüz metropolünün günlük ziyaretçi sayısı, çöp ve atık su üretimi ile gıda – enerji ve tatlı su tüketimini elbette ki Fatih’in İstanbul’u ile kıyaslayamayız.

Ancak Fâtih Sultan Mehmed’in bizzat katıldığı 25 harbin yanında İstanbul’da yaptığı her türlü îmâri ve ilmî çalışmalardan da habersiz kalmak büyük eksiklik olur.

Fatih’in yaptığı camiler, medreseler, imaretler, su kemerleri, çeşmeler, çarşılar, vakıflar, hamamlar ve tersaneler tarihi mirasımız olarak yerli ve yabancı turistlere kıvançla sunduğumuz eserlerin başında gelir.

Orman sevgisiyle de bilinen Fatih’in adını taşıyan Fatih ormanları, bize eski İstanbul’un doğal  çevresi ile şimdiki arasında az da olsa kıyas yapma imkanı sağlamaktadır. 1500 dönüme yayılan gür ağaçları ile bu mekanlar eskiden beri şehrin bunaltıcı sıcağından kurtulmak isteyenler için önemli bir mesire yeri olsa gerek.

İlmi ve siyasi dehası yanında çevresel bir bakış açısına sahip olan Fatih; Haliç’in dolmaması için tedbirler almış. Havzasına yerleşimi, hayvan otlatmayı ve tarla yapımını yasaklamıştır.

Şahsi parasından aldığı 136 dükkanın kira geliri ile özel isteklerinin yerine getirilmesi için yayınladığı ve birkaç maddesini aşağıya aldığımız fermanlar tarihi kayıtlarda mevcuttur. (Bu maddeler bir çok kaynakta belirtilmekle birlikte İbrahim Öztürk Hoca’mıza ayrıca teşekkür ederiz)

1. İstanbul’un her sokağına ikişer kişinin tayin edilmesi,

2. Bu görevlilerin sokakların sağlık açısından temizliğini temin etmeleri ve bunun karşılığında ücretlerini almaları,

3. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcının tayin edilerek, ayın belli günlerinde İstanbul’u baştan aşağıya tarayarak (bilâistisna her kapuyu vuralar) o evde hasta olup olmadığını sorup, varsa tedavileri ve şifaya kavuşturulmaları için gerekenin yapılması.

Fatih devrinden kalan tarihi mirasın en çok talan edilen tarafı vakfedilen gayrimenkuller olsa gerek. Çoğu sonradan talan edilmiş vakıf eserler, bize emanet bırakılan tarihi çevre mirasına yapılmış suistimalin önemli bir göstergesi durumundadır.

Bazı tarihçilere göre dünyanın en büyük siyasî şahsiyeti olarak ileri sürülen Fatih, Osmanlı hükümdarları içinde şeksiz şüphesiz en büyük asker, en büyük devlet ve siyaset adamı, en büyük alim ve hatta mucit… Yaptığı, başardığı ve ortaya koyduğu akıl almaz işlerle, Osmanlılar’ın asırlarca sürecek olan refah ve saadetini hazırlamış bir müstesna şahsiyet…

Bu açıdan bakıldığında Fatih’in yetiştiği sosyal çevre, o dönemin eğitim ve ahlak sistemi önemli bir inceleme ve araştırma konusu olmalı. O’nu yetiştiren sosyal çevreye ve aldığı eğitime baktığımızda kendisine ve hocalarına gıpta etmemek mümkün değil.

Bir Molla Gürani var hayatında mesela… Gençliğinden beri yanında… Aralarında 12 yaş olmasına rağmen Fatih’in üzerinde çok otoriter. Kendisini fethe hazırlayan bir diğer özel insan ise Akşemseddin Hazretleri…

Fetihle birlikte beyaz atının üzerinden askerlerine verdiği son talimatı, o devrin eğitim ve ahlaki yapısına büyük ölçüde ışık tutacak niteliktedir : “–Gazilerim! Cenab-ı Hakk’a hamd ü senalar olsun ki İstanbul’un fatihleri oldunuz! Mukavemet etmeyip aman dileyenlere asla dokunmayın! Kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve hastalara da en küçük bir zarar vermeyin! Sadece size helâl olan ganimetlerden alınız!..” O’nun insan hakları beyannamesinden çok önce ilan ettiği bu hükümler, tarihimizin en şerefli kayıtlarından biridir. Bu adilane davranış karşısında hayran kalarak gözleri dolan İstanbul patriği Fatih’in ayaklarına kapanır. Onu ayağa kaldıran Fatih : “–Bizim dinimizde insanlar karşısında Allah’a secde eder gibi eğilmek haramdır. Kalkınız! Size ve sizinle birlikte bütün hıristiyanlara her türlü hak ve hürriyetleri iade ediyorum. Şu andan itibaren artık hayatınız ve hürriyetiniz konusunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!.. Patrikhane, Rum ortodoks cemaatinin lideri olarak tarih içinde kazanmış bulunduğu bütün imtiyazları muhafaza edecektir…” dedi. Fâtih Sultan Mehmed Han, daha sonra bu sözlerini bir ferman-ı hümayun ile tekrar etmiş ve kayıt altına aldırmıştır.

Fatih’in İstanbul’u kuşatmasındaki niyet, aldıktan sonra yerli halka uyguladığı özgürlük ve adalet, kısmen günümüze kadar ulaşan doğal ve tarihi çevre mirası nerede ; ABD’nin demokrasi ve özgürlük ihraç etmek amacıyla girdiği Irak, Afganistan ve diğerlerinde bıraktığı kan, gözyaşı, zulüm ve tahribat nerede…

Sahi biz bu eğitim düzeyi ve idrakin neresindeyiz ? …

 

Süleyman Yorulmaz

ÇEKÜD