Okuduğum bir makalede anlatılan anekdot dikkate değer olduğu için sizlere aktarmak istiyorum.
Bir Fransız doktor olan A.Brayer , Osmanlı zamanında İstanbul’da hastanede çalışmaktadır.
Hayretle izlediği gözlemlerini kaleme aldığı eserinde şöyle ifade eder:
“Bir gün bir Hristiyan hastanın bahçesinde gezinirken ailesinin kalabalıklaşmış olduğundan bahsederek evine bir daire daha ilave etmek istediğini, fakat beş altı ağaç yıkmak icap ettiği için arzusunu yerine getirmesine mani olan müşkil bir vaziyet içinde bulunduğunu söyledi ve sözüne şöyle devam etti:
Bu ağaçların mevcut olduğunu Müslüman komşularının hepsi biliyor ve hepsi her gün görüyor. Şimdi bunların yerine ev yaptırdığını görecek olurlarsa, neden dolayı ağaçlan yıkmaya cür’ et ettiğimi gelip benden sorarlar ve beni tahkir ve terzil ederler (aşağılarlar).
Onlar batıl Müslüman i’tikadlarının himayesindedirler. Bununla beraber maksadımda muvaffak olmak için elimde bir çare yok değil; ama o malum yol uzun bir yol; Diplerine civa koyarak
ben bu ağaçları yavaş yavaş kurutabilirim. Eğer komşularım gözle görülür bir sebep olmadığı halde birer birer mahv (yok) olup gittiklerini görecek olurlarsa, tabii benden şüphe ederler.
Fakat ben de işte o tereddüt içinde ucuz kurtulmuş olurum.’ Müslüman-Türklerin asırlardan beri gölgelerinde dinlendikleri bu güzel tabiat mahsullerine karşı besledikleri hürmet sayesinde Türkiye’de altı, sekiz ve hatta on ayak çapında çınarlar vardır: Bazen bunlar tazeliklerinde letafet ve şöhretini te’min ettikleri evi havasız ve zıyasız bırakacak nispetler almaktadır. (1)”
Bu ilginç, dikkate değer gözlem ve tesbit çağımıza da ışık tutuyor. Asrımızda yaşadığımız çevre felaketlerinin istatistiklerini ÇEKÜD’ün araştırmaları doğrultusunda bir radyo konuşmasında dinlemiş ve hayretlere düşmüştüm. Bugün yaşanan çevre felaketleri kirlilikler, canlı türlerinin yok olması vs. gibi bir çok şey son 30-50 yılda oluşmuş, tavan yapmış durumdadır. Bu vahşet ise , güya çağdaş, güya medeni ülkelerin kullandığı teknoloji marifetiyle yapılmıştır. Değilse bu durum 3 ncü dünya ülkelerinin, gelişmekte olan ,geri kalmış ülkelerin eseri değildir.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki yukarıda aktardığımız İstanbul’da yaşanan olay müslümanlar açısından çevreye bakışın bir İNANÇ, İMAN meselesi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır .
Evreni Allah(C.C.) ın bir emaneti olarak, ağacı, bitkiyi canlı olarak bilen, yeryüzünü imar etmeyi kulluk görevi olarak gören “insan”ların ve “mümin”lerin eliyle ÇEVRE ‘nin korunması , geliştirilmesi mümkün olacaktır . Yeryüzünün imar etmek, mamur kılmak kulun asli görevidir,
Bir dergide yayınlanan şu ifadeler sanırım düşüncelerimizi daha iyi bir şekilde ortaya koyacaktır :
“Kerim Kitabımızda insanoğlunun yaratılış gayesini, hayatın nihai anlamını açıkça ifade eden pek çok ayet vardır. Bunlardan birisi bütün insanlığı birlikte ilgilendirir: “O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedi.” (Hud, 61.) Bu ayet başta Ragıp el-İsfahani olmak üzere pek çok İslam bilgini tarafından müstakil eserlerde ele alınmış, bilhassa Farabi ve İbn-i Haldun gibi filozoflara ilham kaynağı olmuştur. İnsanoğluna dünya hayatında bahşedilen zaman dilimine “ömür” denilmiştir. Ömür, imar ile aynı kökten gelir. İmar ile geçmeyen ömür, ömür değildir. İmar ile geçmeyen ömür mamur olamaz. Resul-i Ekrem’in buyurduğuna göre, kıyamet gününde insanın sorguya çekilmeden yerinden kımıldamayacağı hususların başında, gençliğini nerede çürüttün, gelir. Kişiye “ömrünü nerede/ne yaparak geçirdin” diye sorulacaktır. Farabi’nin “Erdemliler Şehri”/el-Medinetü’l-Fadıla’daki ifadesine göre her fert mimardır. Dolayısıyla her ferdin imar etmek, mimar olmak, mamur etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Ancak gönüller imar edilmeden, yürekler tamir edilmeden, beldeler, şehirler, şehirler imar edilmeden de yeryüzü imar edilemez. İbn Haldun’un “Umran” adını verdiği medeniyet tasavvuru, insanın ve kâinatın birlikte imar edilmesini öngörür. Ona göre insanlığın yeryüzünde bir umranı gerçekleştirmek gibi bir sorumluluğu vardır. İnsanlar yeryüzünü talan etmeye değil, imar etmeye gelmiştir.
Bugün yeryüzünü imar etmek için varlığa karşı mütevazı olmak ve yaratılan her şeyin bize bir emanet olduğunu unutmamak, hulkumuzun yani ahlakımızın, halkımıza yani yaratılışımıza uygun olması gerekir. Yüce Rabbimizin, doymak bilmeyen tutku ve ihtiraslarımız için değil, insani ihtiyaçlarımızı karşılamak için bize nimet bahşettiğini göz önünde bulundurmamız gerekir. Oysa bugün yeryüzü aşırı gösterişçi, çılgınca bir tüketimin körüklediği bir talan ile karşı karşıyadır. Yeryüzünü hoyratça tüketiyoruz. Sadece suları, gölleri, nehirleri, bağları bahçeleri değil, sevgiyi, dostluğu, güveni, komşuluğu kısaca bizi biz yapan değerleri de tüketiyoruz. Sınırsız arzu ve ihtiraslarla sadece zamanımızı, enerjimizi, bilgimizi, birikimimizi değil, kendimizi, ömrümüzü de tüketiyoruz.“ (2)
( Yeryüzünün imarını başka bir yazıda ele alacağız. K.Y.A)
(1) Dr. A. Brayer, Neuf Annees a Constantinople, Paris 1836, c. 1, s. 281-87; İsmail Hami Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı, (İstanbul Kitabevi, 1961 )’dan alıntı, s. 82.
(2) www.diyanetdergisi.com , Sayı 247 ,
20.08.2013 saat 13.15
Av.Kemal Yavuz Ataman