İstanbul Çevre ve Şehircilik Müdürü sayın Ahmet Ayyıldız’a yaptığımız nezaket ziyaretinde sohbet otopark sorunundan başladı gürültü kirliliğine kadar uzandı. Sayın Ayyıldız’a bu vesileyle ne zamandır kafamda döndürüp durduğum havayi fişek gürültüsü hakkındaki düşüncelerimi aktardığımda, ”Haklısın ama, o kadar yapamayız, özgürlükleri daha fazla engelleyemeyiz” mesajı verdi.
Özel sohbete burada bir nokta koyup genel sohbeti hep birlikte sürdürelim istiyorum:
Konuya hak ve özgürlükler açısından bakarsak; gecenin bir yarısında havayi fişekleri 50-100 metre havada bomba gibi patlatıp ortalığı savaş alanına çevirmeye ne kadar hakkımız var diye düşünüyorum. Ya da eğlenme özgürlüğünü sonuna kadar kullanmak isteyen bir grubun yanında sessizliğe ihtiyacı olan hasta, yaşlı, çocuk, uykusuz binlerce kişinin dinlenme özgürlüğünü nasıl sağlayacağımızı…
Çevresel açıdan bir değerlendirme yapmaya çalıştığımda şu sorulara cevap aramaya başlıyorum: Havayi fişek sesi doğal bir ses midir? Hayır, ses değil bilakis gürültü… Bu gürültünün insanların yanında şehir hayvanlarına ve özellikle de kuşlara ne zararı var…? Ya da taşrada isek yaban hayatına ne kadar zarar veriyoruz…? Ah, kendilerine bir sorabilsek bin ah işiteceğiz ama zavallıların dilleri yok ki konuşsunlar… Ve cevap aradığım son soru; patlayan her bir fişek ne kadar sera gazı salıp, küresel iklim değişikliğine ne kadar katkı sağlıyor…?
Bu soruların cevaplarını uzmanlarına havale edip konuyu ihtiyaç penceresinden irdelemeye çalışınca karşıma çıkan ilk soru: Düğün dernek yapıp eğlenmeyecek miyiz, doğal yollardan evet… Çünkü doğal olursa etkisi de, tepkisi de doğal olur. Mesela davul, zurna vb. çalgı aletlerinin kullanımı insan gücü ile sınırlı kaldığında ortaya çıkacak ses, hoşgörü sınırları içinde kalacak ve hiç kimsenin sabrını zorlamayacaktır. Bu sesi amfiye bağlayıp 100 Db’den fazla yükseltirseniz doğallıktan çıkıp çevreye zarar vermeye başlayacak, dolayısıyla şikayetleri fark eden Çevre ve Şehircilik Bakanımız da eline desibel cihazlarını alıp sahil boylarında ölçüme çıkacaktır.
Hukuki mevzuat ne diyor derseniz; çevresel gürültüye maruz kalınması sonucu kişilerin huzur ve sükûnunun, beden ve ruh sağlığının bozulmaması için gerekli tedbirleri içeren 2010 tarihli bir yönetmelik çıkarılmış. Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’nin 26. Maddesinin 1. Fıkrasının (ğ) bendi eğlence maksadıyla patlayıcı, maytap, havai fişek ve benzeri şeyleri kullanmak, ateşlemek gibi benzeri faaliyetlerin, çok hassas kullanımların bulunduğu alanlarda yapılmasını yasaklıyor. Bu faaliyetler, hassas ve az hassas kullanımların bulunduğu alanlarda ancak İl Mahalli Çevre Kurulu Kararı ile belirlenecek alanlarda ve saatlerde yerel mülki amirinden izin alınarak yapılabiliyor.
İstanbul’da eğlence ve kutlama amacıyla atılan havai fişek kaynaklı gürültü kirliliğinin önüne geçmek amacıyla Mahalli Çevre Kurulu tarafından 2012’de bir karar alınarak, il sınırları içinde resmi, dini bayramlar, resmi kurumların açılış günleri haricinde havai fişek atılması yasaklanmış. Temmuz 2012’den itibaren yürürlüğe giren bu uygulama İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından 29 Mart 2013’te iptal edilmiş. Mahkemenin kararının ardından yeniden toplanan Çevre Kurulu, 2010’da Resmi Gazete’de yayınlanan düzenlemeye geri dönmüş. Kaymakamlıktan izin almak ve saat 22.00’yi geçmemek koşuluyla normal havai fişeklerin kullanımı serbest bırakılmış.
Burada bitti mi, bitmedi ama bazı Valiliklerin ve Belediyelerin resmi kutlamalarda yaptıkları havayi fişek gösterilerini sorgulamaya da edebimiz izin vermiyor doğrusu. Öyle olunca da vatandaşın özgürlüklerini kısıtlamaya gücümüz de cesaretimiz de yetmiyor. Vatandaşa yanlış olan bazı şeyler devlet yapınca doğru oluyorsa resmi kutlamalarda Osmanlı’dan kalma 21 pare top atışı geleneği sürdürmekte yarar olduğu bile söylenebilir.
Son söz olarak bütün tartışmaları bir kenara bırakıp şuna odaklanalım diyorum : Dünya ortalamasında %50, Türkiye ortalamasında ise %25 oranında artan ekolojik ayak izimizi hangi yollarla, nasıl azaltacağız? Öyle ya, israf içinde yaşadığımız her beş günden birinde, gelecek kuşakların kaynaklarını tüketip haklarını gasp etmiş oluyoruz.
Süleyman Yorulmaz
23.09.2013
Comments are closed.
One comment
ne kadar da hislerimize tercüman bir yazı olmuş bu..! teşekkürler.
insanoğlu şımarıklığının, haddi aşmışlığının adını “özgürlük”(!) koyduğundan beri dünya çığrından daha çok çıktı… üstelik tam da değindiğiniz gibi, böylesi bir sosyallikte kafasını dinlemek isteyenlerin, kafası gürültü götürmeyenlerin hakkı, özgürlüğü ise neredeyse hiç yok. inanılmaz bir medenîlik buhranı bu… küresel ısınma ile ilgili bir haberin türkiye ile ilgili kısmı ise bahsettiğiniz gürültü kirliliğinin korkunç istatistiği : “İmza attığı uluslararası anlaşmalar gereği sera gazı salımlarını 1990’a göre yüzde 5 düşürmesi gereken Türkiye, 2011 yılında sera gazı artışında rekor kırdı. Türkiye’nin yıllık sera gazı salımları 1990’a göre yüzde 124 artış göstererek 422,4 milyon ton (Mt) CO2 (karbondioksit) eşdeğeri seviyesine ulaştı. ..” yüzde 124 !
özgürlükleri engellemeyelim ama…!!! bindiğimiz dalı keselim, olsun bitsin !