Çevre insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları, fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamlar olarak tarif edilmektedir. Kısaca canlı varlıkları etkileyen dış tesirlerin tümüne çevre denilmektedir. Bu gün bu kavramlardan, “sosyal çevre” üzerinde biraz durmanın faydalı olacağını umuyoruz.
Toplum bilimi olarak ifade edilen sosyoloji, sokakta karşılaşan iki kişi arasındaki ilişkilerden tutun da, küresel manada ifade edilebilecek sosyal ilişkilere kadar geniş bir alanda insan – toplum etkileşimini konu alan bir bilim dalıdır. Bu dalda çalışan kişilere toplum bilimci yani “sosyolog” denmektedir.
Çevre – sosyal yaşam ilişkisini hatırlatan bu giriş cümleleriyle birlikte, 6 Temmuz 2009 tarihli ulusal basında yer alan insanlık adına içler acısı bir habere tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum.
89 yaşındaki bir kadın, Londra’da oturduğu apartman dairesinde 5 yıl önce öldüğü halde bugüne kadar hiç kimse tarafından fark edilememiş! Kadının cesedi alt komşusunun, tavanı aktığı için şikayette bulunması üzerine fark edilmiş. Haberde; İngiltere’de yaşanan bir olayın akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu bütün dünyaya bir kez daha hatırlatmış olduğu ifade ediliyor.
Olayın Londra’da yaşanmış olması, bizi ya da insanlık ailesini temize çıkarmıyor. Benzer örneklerin bütün dünyada çok miktarda yaşandığını düşünüyorum. Türkiye’de bile 5 yıl değil ama üç-beş günlük benzer örneklere rastlamak bile çoğumuz için ciddi bir üzüntü kaynağı oluşturmakta; etik değerlerimizin bize öğrettiği, tecrübe ettirdiği komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin ne denli önemli olduğunu bir kere daha göstermektedir.
Demek ki birçok konuda geri kaldığımız ifade edilen Batı toplumundan sosyal ilişkilerde olsun öne geçmiş durumdayız. Demek ki kapı komşusuna faydası olamayan insanların çevre koruma adına, çevre sağlığı adına, insanlık adına büyük büyük eylemler, büyük büyük söylemler yapması kendilerini tatminden öte gitmiyor. Demek ki çevre deyince önce en yakınımızdan başlamak; önce insanı anlamak, insana değer vermek, insana faydalı olmak, insanı mutlu etmek akla gelmeli.
Yaşadığımız dünyanın ve insanlığın geleceğini tehdit eden çevre sorunları, gündelik yaşantımızda en çok konuşulan konular haline gelmiştir. Bu sorunların çözümü adına yürütülen faaliyetler gittikçe katlanarak büyüyen çevre sorunlarının karşısında maalesef yetersiz kalmaktadır. Çünkü çevre sorunlarının kaynağı sağlıklı bir şekilde tespit edilememektedir. Teşhis yanlış olunca, sağlıklı tedavi yollarını arayıp bulmak da mümkün olamamaktadır.
Afrika’nın balta girmemiş ormanları, milli parklar ve yaban hayatı, kurtarmaya çalıştığımız Van gölü ve Eğirdir Gölü, Kızılırmak Deltası ve Gediz Deltası, su kuşları, göçmen kuşları, leylekler, kırlangıçlar ve flamingolar, tatlı ve tuzlu su balıkları, koruma altına almaya çalıştığımız binlerce çeşit bitki türü, denizler, göller, okyanuslar… hepsi insan içindir, insanla birlikte güzeldir, insana hizmet etmek için yaratılmıştır.
Hava, toprak, su ve bitki örtüsü nasıl birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir zincirin halkaları gibiyse; bu halkalardan birinin kopması diğerine nasıl zarar veriyorsa; insanların sosyal, kültürel ve ekonomik yaşantısını oluşturan halkaların kopması da çevreye en az bunun kadar zarar vermektedir. Sosyal, kültürel ve ekonomik yaşantının sağlıklı bir zemine oturması, ancak doğru inanca ve temel ahlaki değerlere bağlanmakla mümkün olabilecektir.
Küresel çevre sorunlarının çözülmesi için yapılacak en önemli çalışma, ahlaki değer yargılarının ya da diğer bir deyişle etik değerlerin yaygınlaştırılması şeklinde olmalıdır. Etik değerlerin kaynağı ve temeli din olduğuna göre, dinin sosyal hayata özgü kurallarının yaygınlaştırılması, çevre sorunlarının çözümü için vazgeçilemez birer araç hükmündedir.
Süleyman Yorulmaz
ÇEKÜD
03.05.2010