İnsan, düşünce ve davranışları yönlendirilebilen bir varlıktır. Maksat, kimlik ve zaman sorgulamasını sık sık tekrarlamayan düşünce ve davranışlarının farkına varamaz ve bu sebeple düşünce ve davranışları bilinçli değildir.
Kendimize yüklediğimiz manayız. Kendi kendimizi nasıl tanımlıyorsak o tanıma uygun düşünce ve davranışlar sergileriz. Bilinçli bir tanımlamada insan, gayesinin, geçmiş, gelecek ve içerisinde bulunduğu anın, gayesinin neresinde olduğunu ölçmek bakımından farkındadır. Maksat ve anın farkında olmayan, bunları sık sık tekrar ve kontrol etmeyen insan, düşünce ve davranış olarak kolaylıkla yönlendirilebilir.
Üretimin temel mantığı kâr etmek olunca, ihtiyaç olup olmadığına ve miktarına bakılmaksın her şey sürekli üretilir oldu. Üretilenin yok olma, bozulma, iş göremez hale gelme hızının yüksek olması üretimin sürdürülebilirliği olarak görüldü. Bunun için insan düşünce ve davranışlarının değiştirilmesi gerekiyordu.
İfade ettiği mana olarak “yok etme” gibi olumsuz bir mana ifade eden “tüketme” kavramı, insan ile özdeş halde sunulmalıydı. Üretilen tüketilmez ise üretimin sürekliliği nasıl sağlanırdı ki? Tüketici kelimesinin yerleştirilmesi ve benimsetilmesi için mal ve hizmetten “yararlanıcı” konumunda olan insanların “tüketici” olarak adlandırılmasına başlandı. Büyük sermayenin yer aldığı “üretici” karşısında birey olarak ve zayıf konumda bulunmak durumunda olan müşteriler (yararlanıcılar) “tüketici” dernekleri adında organize oluyor gibi gösterildi. “Tüketici” sıfatlı bu derneklerin hukuk önünde “üretici”ye karşı kazandığı dava haberleri gazetelerde yer almaya başladı. Ardından “tüketici”nin bilinçlenmesi gerektiği fikri işlendi. Bilinçli sıfatının tüketici sıfatına eklenmesi, insanın “tüketici” sıfatını benimsemesini kolaylaştırdı. Oysa bilinçli bir insan asla “tüketmez”, ihtiyacı kadar “yararlanır”, doğaya ihtiyacı olduğunu bilir.
Tüketiciyi koruma kanunu ile tamamlanan insan düşünce ve davranışlarının “tüketim toplumuna” evrilmesi süreci sonunda “tüketici”ler olup çıktık. Hatta aldığı bir ürünü sırf egosunu tatmin için iade edip gururla “ben bilinçli bir tüketiciyim” diyen varlıklar olduk. Oysa her iade, bir maliyet olup bunun da fiyata (bize) yansıması kaçınılmazdır.
“Kullan-at” mantığı ile üretilen mamüller, vefa duygusunun da atılması sonucunu doğurdu. Kullandığı eşyaya minnet duygusunu yitiren insanın, arkadaş, eş, ailesine de vefa duygusu köreldi.
Tüketim bilincinden kasıt, tüketirken aldanmamakla sınırlı değil, tüketimde ölçülülük, israfa kaçmama ise bu bilinci sağlamak için işe “yok etme” fikrini empoze eden “tüketici” tabirinin terk edilmesi ile başlanmalıdır. Doğadan bağımsız yaşanılamayacağının bir sonucu olarak doğanın bir parçası olan insan “tüketici” değil, “ihtiyacı kadar yararlanıcı”, “yapıcı” olmak durumundadır.
Yaşadığımız hayatın kalitesi, düşüncelerimizin kalitesi ile doğru orantılı olduğuna göre; üretimin sürekliliğini ve bu sayede sömürünün devamını sağlayan “yok etme/tüketme” bilinci aşılayan “tüketici” kavram, anlayış, düşünce ve hayat tarzını, “fayda için yapıcı, yararlanıcı,” kavram, anlayış, düşünce ve hayat tarzına evirmeliyiz.
Kızılderililerin besin kaynaklarını kurutmak için, trenle gittiği sırada bizon sürülerine ateş açıp bizon öldüren beyazın eylemi ile, yaşamak için bizon avlayan (öldüren) yerlinin eylemi arasında fark olmasa da sonuçları farklıdır.
Yaşamak için beslenen insanla, beslenmek için yaşayan insan arasında fark vardır. Niyet yapıcı olunca her eylem olumlu bir sonuç doğururken, niyet tüketme olunca her eylem zararlı bir sonuç doğuracaktır.
Av. Doğan KARAOĞLAN
22.02.1434 / 04.01.2013