Zorunlu istikamet: Değişim ve Dönüşüm

Gittikçe artan küresel sorunlar arasında öne çıkan ve uluslararası toplantıların gündemini işgal eden iki konuya dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan birisi sizlerin de sürekli içli dışlı olduğu ekonomi, diğeri ise hepimizin sahip çıkması gereken çevre… Uluslararası toplum maalesef her iki konuda da küresel bir acziyet içinde. Hatta zafiyetini net olarak ilân eden açıklamaları unutmamak gerek…Acaba harekete geçmek için yürekleri sızlatan görüntüler her gün film şeridi gibi önümüze mi serilmeli, vicdanlar her gün sınavdan mı geçirilmeli? Bu soruya cevap aramakta yarar var…

Cevaplamakta zorlandığımız sorular

Ekonomik büyüme ve kalkınma demek en basit anlamda iş gücünü ve enerjiyi, ormanlardan, topraktan, denizlerden ve su kaynaklarından çekilen hammaddeyi en verimli şekilde kullanmak demekse, bu verimlilik nasıl sağlanacak, çağdaş toplumun üretim ve tüketim alışkanlıkları nasıl değiştirilecektir?

İklim değişikliği, enerji tüketimindeki artış, toprak dejenerasyonu, kimyasal kirlilik, su kaynaklarının azalması, okyanusların talan edilmesi, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesi gibi çevre sorunları aynı zamanda global sürdürülebilir kalkınmanın önündeki engeller ise, bu engeller hangi yol ve yöntemlerle nasıl kaldırılacaktır?

Sanayi, modern toplumda ekonominin merkezi ve zaruri bir büyüme motoru ise, temel insani ihtiyaçların pek çoğu sanayinin sağladığı mal ve hizmetlerle karşılanabiliyorsa, çağdaş yaşam standartları, sanayinin maddesel temeli üzerine bina ediliyorsa, sanayinin ve sanayi ürünlerinin medeniyetin doğal kaynak tabanı üzerindeki negatif etkisi nasıl bertaraf edilecektir?

Daha geniş perspektiften bakmaya çalışalım

Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu Başkanı Gro Harlem Brundtland, “Ortak Geleceğimiz” adıyla Türkiye Çevre Sorunları Vakfı tarafından bastırılan ve 1987 yılında yayımlanan komisyon raporunda, kalkınma ve çevre yönetimindeki başarısızlıkları global tehdit olarak değerlendirdikten sonra, çözüm için yoksulluğun ve uluslararası eşitsizliğin de içine alındığı daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiğini savunuyor.

Sınai faaliyetlerin olumsuz çevre etkileri başlangıçta hava, su, ve toprak kirliliğinin yöresel sorunları olarak görüldüğünü söyleyen Brundtland, 2.Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda çevre bilinci olmaksızın gerçekleşen sınai kalkınma ve yayılmanın, beraberinde kirlenmede hızlı bir yükseliş getirdiğini, bu kirliliğin Los Angeles’in kara sisi, Erie gölü’nün ölümü, Meuse, Elbe ve Ren gibi büyük nehirlerin kirlenmesi, Minamata’da civa dan kaynaklanan kimyasal zehirlenme gibi olaylarla simgelendiğini vurguluyor.

1960’ların sonlarında artan bilinçlenme ve kamusal kaygıların, hükümetleri ve sanayicileri çevre ve doğal kaynakların korunması konusunda eyleme yönelttiğini belirten Brundtland, başlangıçta sadece emisyonu azaltmaya dönük üretilen politikaların sonradan vergilendirme, kirletme sorumluluğu, kirlilik kontrol aletlerine sübvansiyon gibi ekonomik araçlarla desteklendiğini ifade ediyor.

Brundtland; sanayinin, kirlenmeyi ve diğer çevresel etkilerini azaltmaya dönük yeni teknolojiler ve ürünler geliştirdiğini, bu gelişmelerin bir takım sanayileşmiş ülkelerde çevre kalitesinde önemli iyileşmeler sağladığını ifade ettikten sonra bu başarıların yalnızca birkaç sanayileşmiş ülkeyle sınırlı kaldığını, birçok sanayileşmiş ülkenin ise hala, “geleneksel” tipte hava, su ve toprak kirliliğinden yakındığına dikkat çekiyor.

Çıkarlarımızdan vazgeçmek kolay olmayacak

Üst üste gelen ekonomik krizler, gittikçe artan çevre sorunları ve etkileri gittikçe derinleşen doğal afetler, Gro Harlem Brundtland’ın yayınlandığı tarihte büyük yankı uyandıran raporunda belirttiği tespitlerin, aradan geçen 26 yıl boyunca değerinden pek bir şey kaybetmediğini; bu zaman zarfında meydana gelen iyileşmelerin, küresel bazda artan bozulma ve kirlenmelerin çok gerisinde kaldığını göstermektedir.

Sorun sanayileşme, teknolojik ilerleme, insan ihtiyaçlarının karşılanması ve sosyal refah düzeyinin yükseltilmesinde mi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurumda mı, yoksa israf, aşırı tüketim ve gösterişe dayalı, ben merkezli yaşam felsefesinde mi?

Bu konuda kişisel kanaat belirtmeden önce, isterseniz Brundtland’ın bu konudaki yaklaşımını aktarmaya çalışalım:

“Ortada bir kötü adamlar grubuyla, bir zarara uğrayanlar grubunun olduğu sanılmamalıdır. Her insan kendi hareketlerinin başkaları üzerindeki etkilerini de dikkate alarak davransa, herkesin durumu daha iyi olurdu. Ama herkes diğerinin bu müsbet sosyal davranışa uyacağından kuşku duymakta, bu sebeple hepsi de dar bir bakışla bencil çıkarlarını izlemeyi sürdürmektedir.” (syf.76)

Sürdürülebilir kalkınma stratejisinde ana tema, karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceleri entegre etmektir. Bu ikisi esasen gerçek dünyanın işleyişinde entegre durumdadır. Bu da her düzeydeki tavır ve amaçlarda ve kurumsal uygulamalarda bir değişikliği gerektirmektedir. Ama ekonomik ve çevresel amaçların bu uyumu çoğu zaman kişi veya grup çıkarları sebebiyle sağlanamamakta, başkaları üzerindeki etkisi dikkate alınmamakta, bilimin çare bulma yeteneğine körü körüne inanılmakta ve bugünün kararlarının uzak geleceklere yapacağı etkiler konusunda cahilce davranılmaktadır.” (syf.93)

HES’ler, RES’ler, baz istasyonları, nükleer santraller, maden ocakları, kimyasal ve elektromanyetik kirlilik, sanayi tesisleri ve teknolojik gelişmeler çevre sorunlarının sebebi değil, tercih ettiğimiz yaşam tarzının bir sonucudur. Yerküre hepimizin. Çağdaşlarımızın ve gelecek nesillerin yaşam haklarını korumamız gerekiyor. Gelişen şartlar, kişisel ve sosyal, kamusal ve kurumsal, düşünsel ve duygusal, maddesel ve ruhsal bir dönüşüm sürecine girmemizi öğütlüyor.

Sözün sonunda, “yer küreye kendimizi affettirmek ve harekete geçmek için yürekleri sızlatan görüntüler her gün film şeridi gibi önümüze mi serilmeli, vicdanlar her gün sınavdan mı geçirilmeli?” sorusunu tekrar sormak istiyorum… Zihinlerdeki değişim ve dönüşüm artık bizlerin keyfi tercihi değil zorunlu istikamet olmalıdır…

 

01.01.2014

Süleyman Yorulmaz

ÇEKÜD Yön. Kur. Başkanı

 

*İkitelli OSB Bülteni Ocak 2014 sayısında yayınlanmıştır.

Bültene ulaşmak için: http://www.iosb.org.tr/