Sözlerime, Dünya insanlarının sağlığı için ‘Dünya Çevre Günü Kutlu Olsun’ diye başlamak çok sıradan bir başlangıç olurdu. Halbuki bu aralar içimde kabaran öfkeyi sıra dışı yazı yazara kaçığa vurmak benim için bir çözüm yolu.
Kendi kendime şu soruyu soruyorum: Dünya Çevre Günü’nü kutlamak zorunda mıyım?
5 Haziran Dünya Çevre Günü Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1972 yılında ilan edilmiş. Amaç; Dünya insanlarının, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşama konusundaki temel haklarını korumak.
BM ise; 24 Ekim 1945’te ‘dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararasında ekonomik, sosyal ve kültürel bir işbirliği oluşturmak’ için kurulan uluslar arası bir örgüt. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını evrensel düzeyde yasaklayan ilk anlaşma BM sözleşmesi olarak tanımlanıyor.
BM, kurulduğu yıllarda 51 olan üye sayısını şu an itibariyle 192’ye çıkaran uluslararası büyük bir organizasyon görünüşünde. BM İnsan Hakları Konseyi ise 1946 yılında insan hakları ihlallerinin önüne geçmek için kurulmuş alt çalışma grubu.
Amaçlar çok güzel ancak, ne BM ne de onun insan hakları konseyi dünyadaki terör ve insan hakları ihlalleri konusunda bu güne kadar somut adımlar atabilmiş değil. Başta Ortadoğu, Çin ve Afganistan olmak üzere insan hakları ihlalleri dünyada bütün şiddetiyle sürüyor.
İnsan hakları ihlallerinin demokrasi havarisi devletler tarafından sindirme ve göz dağı verme amacıyla bilinçli olarak yapıldığı izlenimi var. Birçok ülkede kukla yönetimler tarafından bu ihlallere göz yumulup, vatandaşlarının koruma altına alın(a)madığı, hatta bizzat yapıldığı gözleniyor.
Bütün bunlardan şu sonuca varmak mümkün: Dünyayı yönlendiren uluslararası sistem ve organizasyonlar çoğu zaman mazlumun değil zalimin, haklının değil haksızın, zayıfın değil güçlünün yanında. Yaptıkları işler, aldıkları kararlar dünyevi menfaatlerini elde etmek veya korumak için birer oyalama taktiğinden ibaret.
BM’in son İsrail saldırısı sonrasında aldığı kararın tahlilinden de bu yönde bir kanaat hasıl oluyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, 2 Haziran’da İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren gemilere silahlı saldırısı konusunda kınama ve uluslararası soruşturma çağrısı yapma kararı aldı.
Uzun tartışmalar neticesinde 32’ye karşı 3 oyla kabul edilen karara ABD ile birlikteAB ülkelerinin bir kısmı ret oyu verdi, diğer bir kısmı da oylamaya katılmadı. Israil ise çok geçmeden bu çağrıyı reddetti. Haklıdan değil, güçlüden yana olma eğilimi bu oylamada da kendini gösteriyor.
Çevre günü kutlamalarına isyanım bundan. Bu yazıyı Dünya Çevre Günü’nde yazmayışım da bu göz yumma ve oyalama taktiklerine olan isyanımdan. Bu vesileyle zalim otoriteye hakkı söyleme vazifemi yerine getirmek istiyorum.
İçimizde biriken enerjinin ve duygu yoğunluğunun açığa çıkması çok tehlikeli bir şey.Yeraltında biriken enerjinin deprem yoluyla açığa çıkması gibi şiddetli bir olay. Sanırım yerli yersiz sinirlenmek, kızmak, ses yükseltmek bu yüzden men edilmiş sabır ve sebat eğitiminde.
Haksızlık ve zulümler karşısında karşısında yapılan gösteri ve yürüyüşler bu açıdan çok faydalı. Hem binlerce insanın Hakkı söylemesine fırsat verilmiş, hem de içinde biriken enerji kontrollü biçimde açığa çıkarılmış oluyor. Aynı zamanda güç ve gövde gösterisi anlamı taşıyan bu tür toplantılarda işin en tehlikeli tarafı provokasyon ve amacından saptırma.
Değilse ya arabalarınıza atlayıp Suriye sınırına dayanacak, ya da İsrail’i destekleyen siteleri hacklemeye başlayacaksınız. Belki bu hızla elektronik savunma sistemlerinizi gözden geçirmeye başlayacaksınız. Belki de içinizdeki yangın dualarınızda tezahür edip, zalimlere sıçrayacak.
Çevre ve insan hakları, toplum sağlığının korunması açısından ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde üzerinde önemle durulan, eylem birliği olmasa da söylem birliği yapılan bir konu.
Anayasamızın 56. maddesinde “Herkesin sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı” olduğu belirtilmiş, “çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek görevi” devlete ve yurttaşlara verilmiş; Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı da 5-11 Haziran tarihleri arasını Çevre Koruma Haftası olarak kabul ve ilan etmiştir.
Dolayısıyla, Çevre Bakanlığı kurulmazdan önce Çevre Dernekleri kurup ağaçlandırma kampanyaları yürüten çevreci bir grup olarak yurttaşlık görevimiz olan çevre koruma faaliyetlerimize devam edecek; kutlamalarımızı da 5 Haziran’da olmasa bile Çevre haftası boyunca yapma imkânı bulacağız.
Taklit de olsa daha yerli ve daha doğal.
Çevre haftamız kutlu olsun.
Süleyman Yorulmaz
07.06.2010
ÇEKÜD