Bugün 7 milyarlık dünya ailesinin en öncelikli ve en büyük ortak paydalarından biri mutluluktur. Ancak günümüzde modern insanın mutluluk anlayışı ve ölçüsü, bütün özlemlere, isteklere anında, eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmak şeklindeki sınırsız tatmin şekline dönmüştür. Dolayısı ile var ile yetinen, olmayanı istemeyen olgunluk anlayışı, bahtiyarlık, saadet, huzur gibi daha kapsamlı bakıştan, daha sınırlı bir anlayışa ki bunun tezahürü olarak da bolluk, sınırsız tüketim ve rahatlık içinde yaşama duygusuna dönmüş, bu da refah ile tarif edilir olmuştur (1, 2).
Refah kavramı aynı zamanda son asırda kişilere ve ailelere asgari yaşam düzeyini sağlayacak imkanlar sunmak, onları kişisel ve ailevi krizlere yol açabilecek ‘sosyal riskleri’ karşılayabilecekleri güce kavuşturmak, statü ve sınıf ayırımı yapmaksızın belirli sosyal hizmetleri en iyi standartlarda sunmaya çalışmak ve bu amaçla ekonomiye etkin ve kapsamlı müdahalede bulunmak şeklinde devletlerin görev tanımı içerisine de alınarak en geniş anlamda kullanım alanı bulmuştur (2).
Toplumsallığı ifade eden sosyal kavramı ise ‘sosyal devlet’ tanımı içerisinde ‘sosyal sorun’, ‘sosyal kriz’, ‘sosyal politika’ , ‘sosyal güvenlik’, ‘sosyal statü’, ‘sosyal refah’ gibi kavramlarla ifade edilir olmuştur. Burada bizi en çok ilgilendiren ‘sosyal sorunlar’ ise insanın bedensel, ruhsal ve zihinsel gelişmesi, yaşama olanakları ve bunlarla ilgili eğitim, öğrenim, toplumsal hayatta ilerleme, hastalık, sakatlık, yaşlılık, işsizlik gibi sorunları kapsamaktadır (3).
İnsan sosyal bir varlık olarak doğuştan itibaren aile, okul, mesleki kuruluşlar vb. birtakım sosyal kurumlar içerisinde barınmak, yaşamak ve yetişmek zorunda olduğuna göre, sosyal sorunlarının çözümü de, onun içinde yaşamak zorunda kaldığı sosyal yapının sorunlarının çözümüne bağlıdır. Bireyin sosyal sorunlarının çözümü aynı zamanda içinde yaşadığı tüm çevreyi de kapsayacak şekilde tüm yapısal sorunlarının çözümü (4), dolayısıyla bireylerin fayda ve tatmin düzeylerinin toplumsal bir bütünlük içersinde arttırılması, yani ‘sosyal refah’ anlamına gelmektedir (5).
Çevre deyince; küresel ısınmadan, iklim değişikliğine, atık suların arıtılmasından katı atıkların bertarafına, hava kirliliğinden görüntü kirliliğine, geri kazanımdan tasarrufa, enerjinin verimliliğinden suyun verimliliğine, tarım koruma ilaçlarından toprak erozyonuna varıncaya kadar geniş bir saha akla gelmektedir. Maddi ve manevi bir etkileşim alanı olan sosyal çevre de bu tanım içerisinde önemli bir paya sahiptir.
Yaşadığımız dünyanın ve insanlığın geleceğini tehdit eden ve dünyanın bir ucundaki tahribatın bedelini, diğer ucundaki insanlara ve hatta gelecek kuşaklara ödetecek kadar etkin bir yayılma gösteren çevre sorunları ise artık gündelik yaşantımızda en çok konuşulan aktüel konular haline gelmiştir. Bu sorunların çözümü adına yürütülen faaliyetler gittikçe ve katlanarak büyüyen çevre sorunlarının karşısında maalesef yetersiz kalmaktadır. Çünkü çevre sorunlarının kaynağı sağlıklı bir şekilde tespit edilememektedir. Teşhis yanlış olunca, sağlıklı tedavi yollarını arayıp bulmak da mümkün olamamaktadır.
Çevreye zarar verecek olan da koruyacak olan da insandır. Dolayısıyla yumurta-tavuk örneğine benzeyen insan-çevre ilişkisindeki bu kısır döngüyü azaltmak yine insan eliyle olacaktır. Sağlıklı bir yaşam sürmek için temiz, dengeli ve düzenli anlamında sağlıklı bir çevre; sağlıklı bir çevre için de insanı çevrenin bir parçası görerek, onun sadece maddi değil manevi yapısını, maddi-manevi ihtiyaçlarının tamamını bir bütün olarak algılayıp çözüm üretecek bakış açıları gerekmektedir.
Yazılı ve görsel basında haber konularının içinde sinirsel ve psikolojik hastalıklarla, depresyon ve stresle ilgili haberler ciddi bir yekün tutmaktadır. Bunlar mutsuz insanlar üreten plansız şehir hayatının, bilinçsiz yaşam tarzının tetiklediği hastalıklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Planlı şehirlerde ise doğadan uzak yapılaşmanın, hızla artan gökdelen çılgınlığının ve modern yaşam tarzının getirdiği daha farklı sorunlar karşımıza çıkmaktadır.
Örneğin New York’ta her yıl 90 bin dolayında kuş, cam kaplama gökdelenlere çarparak can vermektedir. Her yıl Kuzey Amerika’da yüksek binalara çarparak ölen kuşların sayısı 250 binden fazladır (6). Önce gökdeleni yapıp, ondan sonra da yok olan göçmen kuşlar için çare aramanın mantığını algılamak son derece güçtür. İnsan mantığının böylesi açmazlara düşmesi gerçekten çok düşündürücüdür? Ya bu göstermelik bir çabadır, yada yaşam alanlarını üreten değerlerde ciddi bir tahribat ve değişim olduğundan, her ne olursa olsun insanın önce kendi menfaatini sınırsızca düşünmesinin bir göstergesidir. Bu nedenle önce ben diyen bir yaklaşım diğerleri ile kendi arasında sınıf farkı görüp kendisine seçilmiş muamelesi isteyebilmektedir.
Yine bu anlayış sonucunda ortaya çıkmış olan israf temelli ekonomik yangının Amerika’dan Avrupa’ya, oradan ise dünyanın neresine ve hangi boyutlarda uzanacağını kestirmek mümkün gözükmemektedir. Afrika ülkeleri insanı asgari ihtiyaçlarını bile karşılamaktan yoksun bir şekilde açlıkla mücadele ederken, AB ülkelerinde yılda 89 milyon ton gıda çöpe atılmaktadır (7). İsrafın ve egoizmin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarını göstermesi açısından bu veriler gerçekten kaygı vericidir.
New York finans merkezi olarak bilinen Wall Street’i protesto şeklinde Times Meydanı’nda (8) başlayıp Amerika ve Avrupa’nın birçok şehrine sıçrayan kapitalizm karşıtı eylemleri başlatanlara, aslında sadece kapitalizmin değil, doymak bilmeyen tutku ve ihtiraslarının da yargılanması, protesto edilmesi gerektiğini anlatmak gerekmektedir.
Bugün gelinen noktada atmosferin ısınması ve buzulların erimesinin küresel boyuttaki yansımaları, okyanusların iklim değişikliğindeki pozitif rolü, bitki, hayvan ve insan nesli arasındaki ekosistemin karşı karşıya kaldığı tehlikelerin büyüklüğü, insan yaşamında ve alışkanlıklarında pozitif yönde yapılabilecek küçük değişikliklerin, alternatif enerji kaynaklarının tercihi konusunda alınabilecek bir kısım kararların gezegenimizdeki sürdürülebilir çevre sağlığı açısından ne kadar önemli olduğu, batının sanayi devrimi ile birlikte son 200 yıldır kenarına geldiği uçurumu nasıl fark ettiği ve bunu peşinden sürüklediği insanlık ailesine anlatmak için nasıl çırpındığı herkesçe gözlenmektedir.
Ancak tamamen maddi kalıplar içerisinde yetişen bir neslin, küresel iklim değişikliği, küresel ısınma, küresel yok oluş senaryolarını anlatan birkaç animasyon, birkaç projeksiyon, birkaç görsel malzemeden etkilenerek, egoizmin beslediği tüketim bataklığından kendi kendine ve bir çırpıda kurtulması o kadar kolay olmayacaktır sanırım.
Bir başka ifadeyle; geçmişte insan hayatında insanlık adına yaşanmış müthiş örnekleri algılama fırsatı bulamamış bir nesli, daha az tüketmeye, daha temiz, daha özverili, daha saygılı, daha merhametli, daha empatik olmaya inandırmak nasıl mümkün olacaktır?
Yaşam kalitemizi bozmadan alacağımız önlemlerle çevremizi nasıl koruyabilir, insanları yaşadıkları mekanlarda nasıl daha mutlu edebilir, çocuklarımıza nasıl daha iyi bir gelecek hazırlayabilir, nasıl daha iyi bir dünya bırakabiliriz?
Ortak yaşam alanımız olan yeryüzü, gösteriş, tutku ve ihtirasların çılgınca körüklendiği bir tufan ile karşı karşıya kalmışken, Diyanet İşleri Başkanı’nın ifadesi ile ‘tüketirken tükenmemek için gereken ahlaki duruş’u göstermek için neler yapabiliriz noktasına herkesin bir an önce gelmesi gerekmiyor mu ? (9).
Afrika’nın balta girmemiş ormanları, milli parklar ve yaban hayatı, kurtarmaya çalıştığımız Van ve Eğirdir Gölleri, Kızılırmak ve Gediz Deltaları; buraları yuva edinen su kuşları, göçmen kuşları, leylekler, kırlangıçlar ve flamingolar, tatlı ve tuzlu su balıkları; koruma altına almaya çalıştığımız binlerce çeşit bitki türü, denizler, göller, okyanuslar… hepsi insan içindir, insanla birlikte güzeldir, insana hizmet etmek, insanı mutlu etmek için yaratılmıştır. İnsanın renk cümbüşünü andıran kainat tablosuna bakmaya, her türlü sesin uyumunu bir arada barındıran mükemmel senfoniyi dinlemeye, derisinde her türlü etkiyi hissettirecek doğal bitki örtüsüne dokunmaya, çok farklı koku cümbüşünü miski amber edasıyla koklamaya ihtiyacı vardır. Doğadaki bir güzel ıhlamur kokusunun, rengarenk bir gülün, bir lalenin kaybolduğunu hayal etmek bile ızdırap sanki.
Hava, toprak, su ve bitki örtüsü nasıl birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir zincirin halkaları gibiyse; bu halkalardan birinin kopması diğerine nasıl zarar veriyorsa; insanların sosyal, kültürel ve ekonomik yaşantısını oluşturan halkaların kopması da çevreye en az bunun kadar zarar vermektedir. Küresel çevre sorunlarının çözülmesi; sosyal, kültürel ve ekonomik yaşantının daha sağlıklı bir zemine oturması ile, bu da ancak doğru bir bakışa, felsefeye, etik değerlere ve inanca bağlanmakla mümkün olabilecektir.
Sosyal refah, çevre ve iktisat döngüsü içerisinde, en iyi çevre kalitesinin yakalanması, çevre ekonomisi ile israf arasındaki dengenin oluşturulması, sosyal gruplar arasındaki hayat standardı farklılıklarının çevreye olan olumsuz etkilerinin azaltılması, eğitimli ve bilinçli insanlardan oluşan bir toplum yapısı ile olacaktır.
Bu verilerin bireysel ve toplumsal yaşamda benimsenmesi ve pratiğe dökülmesi sürecinde görev yapacak en önemli disiplin olarak STK’lar karşımıza çıkmaktadır. Çevre bilinci ve çevre pratiğinin topluma kazandırılması yönünde çok değişik yazılı, görsel argümanlar üretilmesi, pratik, uygulanabilir çözüm önerileri geliştirilmesi, dikkat çekecek kampanyalar yapılması konusunda STK’lara büyük görevler düşmektedir. Üniversiteler bilim ve medeniyetin hem göstergesi hem yol göstericisi olduğundan toplumun maddi manevi gelişimine katkıda bulunmakla görevli kuruluşlardır. Görevlerinden biri de öğretim plan ve programlarını bilimsel ve teknolojik esaslara, ülke ve yöre ihtiyaçlarına göre hazırlamak ve sürekli geliştirmek olan Üniversitelerin gücü toplumun ihtiyaçlarına cevap verme kabiliyeti ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla STK’larla işbirliği imkânlarının arttırılması Üniversitelerin toplumla bütünleşmesini sağlayacak projelerin başında gelmelidir.
Sakarya Üniversitesinin düzenlediği bu kongre vesilesiyle çevre sorunlarının çözümüne yönelik değişik disiplinlerden gelen değişik yaklaşım açılarının, bilimsel ve teknik çözüm önerilerinin, paylaşıldığı ortamlarda insan ve toplum yaşamına çok faydalar getireceğine inanıyoruz.
İnsanı kurtar ki toplum kurtulsun ilkesinde buluşmak, torunlarımıza daha yaşanabilir bir çevre bırakabilmek ümidiyle…
(1) TDK
(2) http://www.nedirnedemek.com/refah_nedir
(2), (3) (4) http://www.canaktan.org/politika/refah-devleti/kavram.htm
(5) http://www.tcmb.gov.tr/yeni/iletisimgm/askeriaslan.htm
(6) http://www.iha.com.tr/NewsDetailPrint.aspx?NewsId=136105&CatID=758
(7) http://euro.zaman.com.tr/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=56747
(8) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111016_protest_ny.shtml
(9) http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYANET/avrupa/2011/temmuz.pdf
(10) https://www.cekud.org.tr/haberx/765-dun-soylediklerimizin-bugun-arkasinda-miyiz?.html
Süleyman Yorulmaz
ÇEKÜD